Ana Sayfa Blog Sayfa 4

Bilinçli-Bilinçsizlik Hâli

Yeni yıl bizi bu sene bol bol zamla karşıladı. Henüz yeni yıla girdiğimiz gece açıklanan birtakım zamlarla birlikte, gözler artık meşhur olmuş, kabullenilmiş bir korkuyla beklenen alkollü içkilerdeki ÖTV zammına çevrildi. Kaçınılmaz olan, yeni yılın ilk pazartesi gerçekleşti ve alkollü içkilerdeki maktu ÖTV miktarı yasada düzenlendiği şekle ve usule uygun olarak Yİ-ÜFE oranında %43 zamlandı.

Bu zammı, elbette hemen yeni açıklanan fiyat listeleri izledi. Zammın tüketiciye ve satıcıya yansıması ise bir günü ya buldu, ya bulmadı. Her şey bir anda, çabucak gerçekleşti ve Türkiye, yeni yılın ilk haftasını astronomik vergilerin astronomik zammıyla karşıladı.

Yıllar içerisinde alkoldeki vergi zamları, alkol tüketsin yahut tüketmesin geniş halk tabakaları nezdinde son derece kanıksanmış bir kurum hâline geldi. Yoldan geçen rastgele bir vatandaşa, alkol tüketip tüketmediğiyle ilgilenmeksizin “alkol fiyatları sizce ne sıklıkla zamlanıyor?” diye bir soru yöneltilse, “Valla, senede 1-2 zamlanıyordur.” şeklinde bir cevapla karşılık vermesi oldukça muhtemeldir. Zira gerçekten de, alkol zammı olduktan hemen sonra, bir furya hâlinde zammın lehtarı veya aleyhtarı olması farketmeksizin birçok medyada konu işlenir, ardından rafa kaldırılır. Ve son. Üzerine ne kamuoyu nezdinde, ne politikacılar, ne analistler, ne siyaset yorumcuları nezdinde bir tartışma sürdürülmeden, yeni fiyat listeleri açıklanır, bunlar tüketiciye yansıtılır.

Tüm bu döngü, basit bir gözlemle speküle edilmiş bir döngü değil. Şu doğru, kimseyi bu zamları dile getirmediği için suçlayamayız, zira bırakın hukukî yerindelik tartışması bağlamında alkollü içkilerden vergi alınmasının gerekliliğini tartışmayı, bir kamu maliyesi konusu olan vergi zammı meselesi dahi, reklam yasağının kapsamında geniş idarî yaptırımlara konu olması durumu fiilî gerçekliktir. Gelgelelim bu tartışamamazlık modunun kamuoyu nezdinde ortaya çıkardığı tek çıkarım, kamunun bilinçlenmesini önüne geçmektir.

3 Ocak günü resmî gazetede yayınlanan vergi zammının, sosyal medyada (küçük bir yankı odasıyla sınırlı kalmadığını ümit ederek) bulduğu yansıma, ve ardından bu yansımanın günden güne sönüp yeniden yeni fiyat listelerinin kanıksanması hâli, yani sözüne ettiğim döngünün yeniden gerçekleşmesi hâli üzerinde biraz kafa yordum. Bu noktada, Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformu’nun Twitter hesabında bir anket çalışması gerçekleştirdik ve şu soruyu sorduk: Alkollü içkilere gelen zamlar tüketiminizi etkiliyor mu?

572 katılan arasında bu soruya katılanların %75’i “tüketimim azalıyor” şeklinde yanıt verdi. Yani anlaşılan, alkollü içkilere yönelik sarf edilen yürütme tasarruflarının gerçekten de tüketicinin tüketimine yansıyan bir etkisi var. Başka bir ifadeyle, vatandaş, alkolden alınan verginin artması ile tüketiminin düşmesi arasında bir ilişki kurabiliyor.

Sırada, bu ilişkinin ardında yatan nedenin kamuoyu nezdinde ne kadar bilindiğini sorgulamak olmalıydı. Bu nedenle takipçilerimize şu soruyu yönelttik: Türkiye’de alkollü içkilerden tahsil edilen ÖTV’nin her altı ayda bir Yİ-ÜFE oranında otomatik olarak zamlandığını biliyor muydunuz? Sizce bu otomatik zam uygulaması doğru mu?

Katılımcıların %50’ye yakını, bu hukukî gerçekliği bilmediğini ifade etti. Açık söylemem gerekirse, ÖTV yasasındaki bu istisnaî düzenlemeyi bilmemekten daha doğal bir şey yok. Zira gerçekten de, her 6 ayda bir medyada bir saman alevi gibi karşılık bulan alkol zammı meselesinin ardında sabit bir kanun maddesi olduğunu speküle edip “Neymiş ya bu yasal düzenleme, bir bakayım” şeklinde bir araştırmaya girilmesi, herkes açısından pek de beklenilir bir durum değildir, ve bu normaldir. Ancak şunu ifade etmek isterim ki, kamunun özgürlük pratiğini ilgilendiren önemli, hassas ve yıllar içerisinde bu denli çok yara almış bir konuya bu kadar uzak olması, onların güvendiği kişilerin, güvenip oy verdiği, sözüne güvenip yazısını/kitabını okuduğu, söylemine güvenip konuşmasını dinlediği kişilerin sorumluluğudur. Alkollü içkilere yönelik düzenlenen kamu politikaları bu denli katı ve bu denli ölçülülükten uzakken, bırakalım genel mahiyette alkolden söz etmeyi, ona yönelik kamu politikalarının bir eleştirisiyle dahi karşılaşmıyoruz. Belki de bu bilinçsizlik hâlini, bir “bilinçli-bilinçsizlik” olarak adlandırmamızda yarar vardır. Kamudaki bilinçsizlik tohumunun bilinçli ekilmesi hâli.

4760 sayılı ÖTV Kanunu’nda 2012 senesinde yapılan değişiklikle birlikte, alkollü içkileri de kapsamına alan Özel Tüketim Vergisi’nin (III) Numaralı Cetvel’indeki kalemlerden tahsil edilen maktu ÖTV miktarı, her 6 ayda bir, yâni her yılın Ocak-Temmuz aylarında Yİ-ÜFE oranındaki 6 aylık değişim oranınca zamlanmaktadır. Bu otomatik zam uygulaması, her sene gündeme gelmektedir, medyada senede iki kere saman alevinden hâllice karşılaştığımız alkol zammı haberlerinin sebebi de budur, bir mekana oturup veya bir tekel bayiine girip “Bu fiyatlara ne olmuş ya?” diye sormamasının ardında yatan sebep de budur.

Bir kanunu Anayasanın temel prensipleri uyarınca sorgulamak, yasakoyucuya bu noktada katılmadığımız noktaların altını çizmek, gerekirse eleştirmek, modern demokrasilerde bir hak olmaktan da öte, bir ödevdir. Katılımcı demokrasi felsefesinde de tam olarak bu yatmaktadır. Öte yandan, sözüne ettiğimiz vergi zammı meselesi, kamu maliyesi bakımından dahi tartışma konusu edilmemektedir, ve bu çok ilginçtir. Biz, konuyu daha da ileri taşıyıp, alkol vergilerinin bilimsel, toplumsal ve hukuksal gerekliliğini de tartışmakta yarar görüyoruz. Gelgelelim bu durum, yakın zamanda Türkiye’nin gündeminde olacakmış gibi gözükmüyor. Nitekim bilinçli-bilinçsizlik hâlinden kimse rahatsızmış gibi değil.

2021 Yılı Türkiye Kayıt Dışı Alkol Tüketim Verileri

Nihayet yıl sonu geldi çattı. İfade etmemiz gerekir ki, son iki haftadır Türkiye olarak içinde bulunduğumuz atmosferi dikkate aldığımızda, 2022 yılını oldukça buruk bir havada karşılıyoruz. Sebebi ise, “Biz demiştik.” demenin boğucu hüznü. Artan sahte içki operasyonları, ve maalesef yiten, kararan hayatlar… Bir gerçek var ki, Türkiye bunu hak etmiyor.

Peki biz ne demiştik?

2021 senesi, Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformunun 1 Ocak’tan 31 Aralık’a kadar her gün, günbegün, bir gün dahi aksatmadan Türkiye’nin kayıt dışı alkol tüketim verilerini izlediği ilk sene oldu. Hem yerel, hem ulusal, hem de uluslararası medyayı taramak suretiyle yaptığımız bu geniş kapsamlı izlemenin sonuçlarını üç aylık periyotlarla kamuoyuyla paylaştık.

Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformu’nun bu faaliyeti, Türkiye için tek örnek durumunda. Gerçekten de, Türkiye’nin kayıt dışı alkol tüketimine ilişkin verilerini günlük izlemek suretiyle toplu ve şeffaf bir biçimde kamuyouyla paylaşan; her seferinde tüm medya organlarına, siyasî partilere, yasama ve idare organlarına masaya oturma teklifini baki tutan gerek resmî gerekse sivil tek kuruluş konumundadır.

Ancak Platformun faaliyeti yalnızca objektif izleme yapmakla sınırlı değil. Ekip olarak, her zaman bir adım öteye geçiyor, ve elde ettiğimiz bilimsel verileri analiz edip, etkin kamu politikası önerilerinde bulunuyor, ve büyük ölçüde hâlihazırdaki kamu politikalarını eleştiriyoruz.

Böylelikle Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformu’nun çalışma prensipleri ortaya çıkmış oluyor.

Türkiye’nin kayıt dışı alkol tüketim verilerinin bu anlamda sene boyunca bize ne söylediğini, ve bugün bulunduğumuz noktada 1 Ocak 2021’den beri günü gününe sürdürdüğümüz faaliyetin nasıl bir “Biz demiştik.” teşkil ettiğini değerlendirelim.

2021 senesi, Platform olarak düzenlediğimiz canlı yayınlarda, yayınladığımız çalışmlarda bir sloganın üzerinde sıkça durmak gerekliliği duyduğumuz bir sene oldu: Türkiye’de alkol sorunu yoktur, ancak bu sorunla varmış gibi başa çıkılmaya çalışılmaktadır. Sonuç, ölçüsüz kamu politikaları. Şöyle bir 6-7 ay geriye gittiğimizde, Pandemi önlemleri kapsamında çıkartılan bir İçişleri Bakanlığı genelgesiyle alkol satışının tüm ülkede yasaklandığını hatırlayacağız. %260’ları bulan ve her sene otomatik olarak artması öngörülen (bkz. 4260 sayılı ÖTV Kanunu m. 12) vergi külfeti ise cabası. Tüm bunlar, ölçüsüz kamu politikalarının sonucu.

Bu kamu politikalarının da bir sonucu var elbette. İşte tam burada, sene boyunca bir kampanya niteliğinde sesimizi duyurmaya gayret ettiğimiz, bugün yayınlayacağımız verilerin de anahtarı olan çıkarıma dönüyoruz: Sahte içki sebep değil, sonuçtur. Sebep, ölçüsüz kamu politikalarıdır.

Bugün yayınladığımız 2021 Türkiye Kayıt Dışı Alkol Tüketim Verileri adlı tablo, işte tam da bu sebep-sonuç ilişkisinin bir yansıması. Tabloya bir göz attığımızda, hem ilişkideki sebebe, hem de sonuca ilişkin somut verileri görebiliyoruz.

Tabloda bizi ilkin Türkiye’nin tüketimine ve en önemli kısıtlamalarından biri olan vergi uygulamalarına ilişkin veriler karşılıyor. Türkiye’nin 47 Avrupa ülkesi arasında alkollü içki tüketiminde sonuncu, alkollü içkilerden alınan vergi yüzdesi bakımından ise üçüncü olduğunu görüyoruz. Eğer verginin amacı alkollü içkilere yönelimi azaltmak, özendiriciliği düşürmek ise, bu ilişkide yolunda olmayan bir şeyler olduğu kesin. Zira en düşük tüketim miktarı kaydeden ülke olan Türkiye’nin, en yüksek vergi tahsil eden ülkeler arasında olmasının ölçülü olduğunu söylemek zor.

Rakıdan alınan %260’lık vergi miktarı, aslında kafalardaki tüm soru işaretlerini gideriyor. Türkiye’de en çok tüketilen alkollü içkinin bira olduğuna dair veri ise Türkiye’nin alkolizme yönelik bir sorunu olmadığını, buna karşın alınan önlemlerin fiilî durumu düzenlemekten çok hak ve özgürlük müdahalesi bakımındn daha zor bir hâle getirdiğini ispatlar nitelikte. Sebep-sonuç ilişkisini yeniden hatırlayalım: Sahte içki sonuç, ölçüsüz kamu politikaları sebeptir. Şu an sebep kısmındayız.

Sonuç kısmına geldiğimizde ise, iş daha da tatsız bir hâl alıyor. Tablodan anlıyoruz ki, 2021 senesinde Türkiye’de kayıt dışı alkollü içkilere yönelik tam 720 münferit operasyon yapılmış. İzmir’den Adana’ya, Edirne’den Gaziantep’e bu operasyonlar tüm Türkiyeyi kapsayacak şekilde genişlemiş. Tüm bu operasyonlar neticesinde, toplam 1 milyon 135 bin 172 litre kaçak/sahte içki ele geçirilmiş. 3 bin 598 kişi hakkında adlî işlem başlatılan bu operasyonlarda, kaçak/sahte içki dışında ele geçirilen birçok üründen sahte bandrol, sıklılığıyla ön plana çıkmış.

Tablodaki en üzücü, ve maalesef en çarpıcı veri ise 2021 senesinde 109 kişinin sahte içkiye bağlı zehirlenme nedeniyle hayatını kaybettiği verisi. Kurduğumuz sebep-sonuç argümanının maalesef üzücü, “Biz demiştik.” demenin ağır yükü altında kalmanın zorluğunu çektiğimiz nihaî neticesi, işte bu rakamda gün yüzüne çıkıyor. Özellikle 2021’in son ayında, yılbaşına doğru girerken yaptığımız uyarılar, artan operasyonlar, ele geçirilen ürünler neticesinde tehlikenin geliyorum demesi ile birlikte yeterli olmadı. Bunun için çok üzgünüz. Hiç kimsenin böyle bir sonu hak etmediğini düşünüyor, ve gereken makul ve bilimsel önlemlerin alınması için yetkililere çağrımızı her seferinde yineliyoruz.

Bu bakımdan, 2022 yılbaşına buruk, ancak aynı zamanda bir dönüm noktası hedefleyen bir etiketle giriyor, #DahaKaçHayat diye soruyoruz. Bilimsel gerçeklerin ışığında, akılcı, ölçülü, hak ve özgürlük temelli kamu politikalarına dönmek için hiçbir zaman geç değil.

Biliyoruz ki, Platform olarak önümüzde çok uzun ve zorlu bir yol var. Şu bir gerçek ki, Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformu her geçen gün daha dinamik, daha heyecanlı ve daha kararlı bir hâl alıyor. Önümüzdeki bu zorlu yolu aşacak güç, hak ve özgürlüklerin zaferine hasret, duyarlı kamuoyunun desteklerinden ileri geliyor. Bu bakımdan, bu seneyi Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformu’nu var eden değerli partnerlerimize ve takipçilerimize destekleri ve varlıkları için teşekkür ederek sonlandırmak istiyoruz.

2022 senesinin özgürlüklerle dolu bir sene olması dileğiyle,

Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformu

Aralık 2021, Ankara

Bu Kredi Kartıyla Alkollü İçki Alamazsınız!

Kuveyt Türk, yıllardır ülkemizde faaliyet gösteren bir katılım bankası. Başlıkta değindiğimiz husus ise bir sır olmaktan oldukça uzak. Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformu olarak, sosyal medyada karşılaştığımız bu iddianın peşine düştük ve yaptığımız araştırmalar neticesinde bu durumun, yani Kuveyt Türk adlı bankanın kredi kartıyla alkollü içki (şu an konumuz dışı başka birçok ürün gibi) satın alınamadığı iddiasının gerçek olduğunu, ve iddianın ardında başka gerçekler de bulunduğunu keşfettik.

Bir bankanın kendi müşteriyle yaptığı sözleşmeler, medenî hukukun temel prensiplerine aykırı olmadığı müddetçe tarafları bağlar, ve geçerliliği konusunda bir şüphe veya itiraza mahal vermez. Söz konusu sözleşme ilişkisinin ancak gerçekten banka ile müşterilerinin karşılıklı iradelerini mutlak bir biçimde tatmin ediyor olduğu, tartışmaya açıktır. Yaptığımız araştırmalarda, sosyal medyada ve medyada bu konunun kısmen dahi olsa işlendiğini, ve nihayetinde beklenen sansasyonu yeterince tetiklemediğini fark ettik. Bu yazıda, sizlere medyadan ve sosyal medyadan derlediğimiz kimi yorum ve bilgileri sunup bankanın bu tutumuna karşı değerlendirmemizi aktaracağız.

Bu işlem kısıtlamasının bir sır olmadığın ifade etmiştik. Gerçekten de, bu durumu saklamak için fazladan bir çaba sarf etmek şöyle dursun, söz konusu kısıtlamanın Bankanın açık düzenlemesi ile hüküm bulduğu iddiası oldukça kuvvetlidir. İddiaya göre banka yetkilileri bu durumu açıkça doğrulamaktadır. ABC Gazetesi’nden Bağdaş Çetin’in haberine göre Çetin’in ulaştığı bir banka yetkilisi iddiayı doğrulayıp, bankanın “böyle bir muamelesinin olduğunu” ifade etmiştir [1]. Aynı haberde paylaşılan bir görsele göre, bankanın bir düzenleyici işlemi olduğu anlaşılan “Katılım Endeksi Kuralları”na göz attığımızda, sayma yöntemiyle sıralanmış birtakım faaliyet alanları arasında, bankanın faaliyet alanının bu kurallarda sayılan iş kollarını ihtiva etmeyen şirketler arasında olacağı düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemenin ikinci maddesinde, alkollü içkiler açıkça faaliyet alanının dışında tutulmuştur.

Görselin kaynağı [2]

Elbette bu durum, eşi benzeri fazla görülmemiş bir gerçekliktir. Bundan dolayı, her ne kadar bankanın bu konuda açık düzenlemeleri olsa da müşterilerin bu konuyu bilmesi eşyanın tabiatı gereği fazla beklenilir olmayacaktır. Şüphesiz, bir bankanın, kullanıcılarının faaliyet alanını bu şekilde ahlâkî saiklerle sınırlaması, alışıldık durumlardan bir tanesi değildir, ve tüketicilerde mağduriyet yaratması kaçınılmaz olacaktır.

Zira bu durum, medyada haber yapılmadan çok kısa süre evvel Ekşi Sözlük’te hakkında bir başlık açılmıştır. Meselenin popülerliğini ve mağduriyet yansımalarını değerlendirmek adına, Ekşi Sözlük başlıkları önem arz etmektedir. Nitekim başlığa ilk entry‘nin girildiği 2 Şubat 2019 tarihinden bu yana kullanıcılar tarafından toplam 16 sayfa entry paylaşılmıştır [3].

Biraz daha yakın bir tarihte, Turizm Ajansı adlı sitenin yaptığı paylaşımda ise daha farklı bir tür mağduriyet karşımıza çıkmakta, ve durumun vahametini daha ileri bir seviyeye taşımaktadır. Haberde, alkollü içki satışı ve servisi yapan oteller ile iş yapan bir turizm acentesinin kullandığı Kuveyt Türk pos cihazı, tam bu sebepten ötürü banka tarafından iptal edildiği iddia edilmektedir! Konuyla alakalı bir banka yetkilisinin herhangi bir yorumu bulunmamakla birlikte, yukarıda üzerinde durduğumuz “kurallara” aykırı olduğu şüphe getirmez bu ticarî aktivitenin, banka tarafından engellenmesini beklemek çok da şaşırtıcı olmayacaktır. Ispartalı işletme sahibi mağdur Levent Yılmaz, Turizm Ajansı adlı siteye yaptığı açıklamada 15 senedir bu sektörde iş yaptığını, başına ilk defa böyle bir durum geldiğini ve karşı karşıya kaldığı bu mağduriyet karşısında oldukça şaşkın olduğunu ifade etmiştir [4]. Anlaşılan odur ki durum böylelikle yalnızca kredi kartıyla alkollü içki satın alamamanın çokça ötesine geçmektedir.

Tüketici mağduriyeti dediğimiz zaman aklımıza gelen bir diğer adres ise şüphesiz Şikayetvar adlı internet sitesidir. Yaptığımız araştırmada oldukça yakın bir tarihte, üzerinde durduğumuz konu hakkında Kuveyt Türk bankasına karşı bir şikayet oluşturulduğunun ayırdına vardık. 3 Ekim 2021 tarihinde, Miraç adlı bir kullanıcı tarafından “Kuveyt Türk Kart ile Alışveriş Sorunu” başlığı ile açılmış olan bu şikayet, iki bini aşkın görüntülenme almıştır. Şikayette Kuveyt Türk Sağlam Kart adlı kredi kartını kullandığını bildiren kullanıcı; muhtelif büfe, zincir market veya işyerinde alkollü içki satın almayı denediğinde başarısız olduğunu, bununla kalmayıp denemesinin ardından “Alışveriş yaptığınız iş yeri alkol satan iş yerleri kategorisinde olduğu için alışverişiniz yapılamamıştır.” şeklinde bir uyarı mesajı aldığını ifade etmiştir. Oldukça yakın tarihte kaydedilen bu şikayetin, şimdiye kadar değindiğimiz örneklerle birlikte artık daha fazla ispata muhtaç olmadığı, durumun gerçekliğinin şüpheye fazla mahal vermediği açıktır. Buna karşın banka yetkilileri, aynı sitede, söz konusu şikayet gönderisine gönderiden altı gün sonra verdiği yanıtta iddiayı açıkça kabul veya ret etmekten imtina etmiş, şikayette bulunan kullanıcı ile iletişim kurulacağını ifade etmiştir[5]. Bizce, kamu esenliğini ve ticaret hayatındaki güveni açıkça etkileyen böyle bir düzenleme için yapılacak açıklamanın kamuya açık yapılması, sözüne ettiğimiz değerler açısından oldukça önemlidir. Gelgelelim görülen o ki banka yetkilileri, kamuoyunu bilgilendirme ve ticaret hayatındaki güveni tesis etme konusunda aynı hassasiyeti paylaşamamıştır.

Olması gereken yaklaşım bakımından, üzerinde durduğumuz hayat ilişkisi, serbest ticaretin de temel prensipleriyle açıkça bir çelişki içerisinde görülmektedir. Günümüzde alkollü içkilerin piyasaya arzı, üretim sürecinde yaşanan güçlükler hesaba katılmaksızın, ağır bir vergi külfetinin gölgesinde, zaman zamansa ithalat zorluklarıyla, adeta tırnaklarla kazımak suretiyle gerçekleşmektedir. Bu durum, piyasaya yasal olarak arz edilen alkollü içkileri satanlar için ayrı, temel bir hak ve özgürlüğün ışığında bu ürünleri satın alıp tüketmek isteyen vatandaş için ayrı bir zorluk meydana getirmektedir.

Bugün alkollü içkilerin arz ve talebinin tamamen bandrol esasına bağlı olup, Türkiye kanunları ve düzenleyici işlemlerine bağlı tamamen yasal bir sektör teşkil ettiği açıktır. Benzer şekilde, gerek toplumsal gerekse özel alanda alkollü içkiyi serbestçe tüketebilmenin temel hak ve özgürlükleri doğrudan ilgilendiren oldukça hassas bir mesele olduğu da tartışmaya kapalı bir gerçekliktir. Tüm bunlara karşın günümüzde git gide şeytanlaştırılıp kamusal alandan uzaklaştırılmasının etkin bir kamu politikası hâline geldiği göz önüne alındığında, bir özel hayat ilişkisinde sergilenen bu tutumun oldukça zarar verici olabileceği kanaatindeyiz.

Nihayet, ifade etmemiz gerekir ki Türk kamusunda böyle bir kısıtlamanın hayat bulması, bahsini ettiğimiz hak, özgürlük ve değerler açısından endişe vericidir. Kuveyt Türk adlı banka tarafından uygulanan ve özel hukuku ilgilendiren hayat ilişkileri bakımından mağduriyet yaratması kuvvetle muhtemelen olan bu kısıtlama, ticaret hayatının güven ve süreklilik ilkeleri açısından da birçok soruna gebedir. Son olarak en önemlisi, daha önce de üzerinde durduğumuz gibi, bu şekilde bir kısıtlamanın hâlihazırda kamusal alandan fazlasıyla yabancılaşmış olan alkollü içki piyasasının bileşenleri olan üretici, satıcı ve tüketicilerin Anayasa ve Uluslarası Sözleşmeler tarafından korunan ayrımcılık yasağı, sözleşme özgürlüğü ve bireysel hak ve özgürlükler olmak üzere birçok hukukî değerini tehlikeye attığı açıktır.

Dipnotlar

[1]: Bağdaş Çetin, “Kuveyt Türk”ten ‘alkol muamelesi’: Kasadan dönebilirsiniz!”. ABC Gazetesi, 18 Şubat 2019. (Erişim tarihi: 30.11.21)

[2]: Ibid.

[3]: Ekşi Sözlük https://eksisozluk.com/kuveyt-turk-kredi-kartiyla-icki-satin-alamamak–5938415?p=1 (Erişim tarihi: 30.11.21)

[4]: “Daha neler… Banka, alkollü otelle çalışan acentanın pos cihazını iptal etti!”. Turizm Ajansı, 8 Aralık 2020. (Erişim tarihi: 30.11.21)

[5]: Şikayetvar https://www.sikayetvar.com/kuveyt-turk/kuveyt-turk-kart-ile-alisveris-sorunu (Erişim tarihi: 30.11.21)

İçki Yasağı, Ahlakî Yönetimde Başarısız Bir Deneydi – Annika Neklason

Annika Neklason

Çev: Emir Özbek

Yürürlükten kaldırılan bir değişiklik ve nesiller boyu süregelen Yüksek Mahkeme kararları özel davranışların Anayasa hükümleri çerçevesinde düzenlemesini artık geçmişte bırakmıştır. Peki bu böyle sürecek mi?

Yüzyıl önce, içki yasağı Amerika Birleşik Devletleri’nde yürürlüğe girdi ve bu yasağı bir gerçeklik haline getirmek için 80 yıl boyunca savaşan Evanjelik Protestanlar başarılı olmuştu. Amerika Birleşik Devletleri’nde “alkollü içkilerin üretimini, satışını veya nakliyesini” yasaklayan On Sekizinci Değişikliğin onaylanmasıyla daha önce ya da daha sonra benzeri olmayan bir şey başarmışlardı: Anayasa’ya yeni bir ahlaki kararname getirmişlerdi. Bunu yaparak, Amerikan yaşamında Protestan erdemini kutsallaştırdıklarını ve ülkeyi çürümekten sonsuza dek kurtardıklarını sanıyorlardı.

On Sekizinci Değişiklik başka bir farklılık daha barındırmaktaydı: Bu, yürürlükten kaldırılan ilk değişiklik olacaktı. İçki Yasağı dönemi sadece 13 yıl sürmüştü. Şimdiyse hükümet için uyarıcı bir hikâye olarak kabul edilmekten öteye gitmiyor. Özel davranışların kısıtlanması alkol yasağını aşmış olup, modern muhafazakâr yönetimlerin bulunduğu eyalet ve yerel yönetimlerde hala sürmektedir. Ancak, bir zamanlar alkol karşıtlığı savunucuları tarafından kutsal bir kâse olarak kabul edilen bu kısıtlama için bir Anayasa değişikliği kullanma fikri artık geçmişte kaldı.

Pennsylvania Üniversitesi’nden felsefe ve hukuk profesörü Samuel Freeman, On Sekizinci Değişiklik için “Başarısız bir deneydi. Özel ahlakla ilgili bir değişiklik yapıldı ve işe yaramadı.” ifadelerini kullanıyor.

Tarihsel olarak bakıldığında bu tür meselelerin -rızaya dayalı cinsel aktivite ve müstehcenlik gibi başkalarına doğrudan zarar vermeyen eylemler de dahil olmak üzere- sömürgeci ve yerel yönetimlerin işi olduğu açıkça anlaşılıyor. Birlik kurulduğunda eyaletler bu yetkiyi muhafaza etti; Anayasa kapsayıcı bir ulusal ceza hukuku veya medeni hukuk sistemi oluşturmadı ve vatandaşların uyması gereken hiçbir ahlaki talimat ortaya koymadı. James Madison, The Federalist Papers’da “Önerilen Anayasa’ya verilen yetkiler tanımlanmış ve azdır. Esas olarak savaş, barış, müzakere ve dış ticaret gibi dış nesneler üzerinde uygulanacaktır… Birkaç eyalete ayrılan yetkiler, olayların olağan akışı içinde insanların yaşamlarını, özgürlüklerini ve özelliklerini ilgilendiren tüm nesneleri kapsayacaktır.” diye belirtmişti. Haklar Bildirgesi’nin yürürlüğe girmesiyle, yasayı hazırlayanlar federal hükümetin yönettiği insanların eylemlerini kısıtlayabileceği alanları sınırlayarak ahlaki mevzuattan daha da uzaklaştı.

Sonraki yüzyılda, içki yasağı yanlıları alkolle ilgili suçların, onları bir dizi toplumsal meseleye bağlayarak, bunun özel bir ilgilenme gerektirdiğini savunmaya başlamışlardı. Alkol karşıtlığı savunucusu olan çeşitli örgütler tarafından dağıtılan broşürler; sarhoş adamların eşlerini ve çocuklarını dövdüklerini, içki kaynaklı cinayetleri, sarhoşluğun neden olduğu diğer alışılmadık şiddet eylemlerini anlattıkları ve alkoliklerin ailelerinin ihtiyaç duyduğu parayı barlarda harcadıkları bilgilerini ihtiva ediyordu.

Last Call: The Rise and Fall of Prohibition kitabının yazarı Daniel Okrent’e göre, alkol karşıtlığı savunucularının “ülkelerini kaybetmekten” korkan Orta Amerika Baptist ve Metodist toplulukları arasında yayılan göçmen karşıtı düşünceler üzerine de oynadılar. Anti-Saloon League gibi örgütler, müşteri kitlesini göçmenlerin oluşturduğu ve göçmenler tarafından işletilen içki işletmelerinin çoğalmasını kınadılar ve Birinci Dünya Savaşı başladığında, özellikle Alman bira üreticilerini Amerikan karşıtı bir güç olarak şeytanlaştırdılar.

İçki yasağı yanlıları, alkolün yasaklanarak ülkenin iç sorunlarıyla, suçla ve göçmenlerin etkisiyle mücadele edilebileceğini ve Amerikan hukukunda Protestan ahlakının önceliğini savunmuşlardı. Uzun süredir Anti-Saloon League’in lideri olan Wayne Wheeler, “Bir daha asla hiçbir siyasi parti kilisenin protestolarını ve eyaletin ahlaki güçlerini görmezden gelmeyecektir.” Sözlerini kullanmıştı.

Yeni bir değişiklik hakkında The Atlantic’e eleştirel bir yazı yazan gazeteci Luis Graves, daha temkinli bir tahminde bulunmuştu. 1921’de “Pek çok kişinin inandığı gibi, bu Federal girişimin bir hata olduğu kabul edilirse, buradan çıkartılacak ders Anayasa değişikliği ile diğer kınanması gereken herhangi bir alışkanlığın yasaklanması önerildiğinde yararlı olacaktır.” ifadesini kullanmıştı.

On Sekizinci Değişiklik, hareketin bazı vaatlerini yerine getirmiştir. Araştırmacılar, içki yasağının ilk günlerinde alkol tüketiminin önceki seviyelerinin yüzde 30’una kadar düştüğünü, sonraki zamanlarda yüzde 60 ila 70’e yükseldiğini buldular. Alkol kullanımıyla doğrudan ilişkili hastaneye yatışlar, tutuklamalar ve ölümler benzer şekilde azalmıştı.

Ancak, bu değişiklik yeni tür yasadışı davranışlara da yol açtı. Yasadışı kuruluşlara arz sağlamak için kara borsalar kuruldu. İçki üretimi ve nakliyesi yeraltına indi. Organize suç örgütleri, içki kaçakçılığı işinden yeni güç ve bağlantılar topladı. İçki yasağı, sıradan Amerikalıları da yasakların dışına çıkardı. 1921’de bir üniversite profesörünün Graves’e söylediği gibi, “Yasalara uyan vatandaşlar artık şarap ve biraları evlerinde yapıyorlar.” Kongre’nin birçok üyesi halk içinde alkol karşıtlığını savunurken, kapalı kapılar ardından alkol kullanmaya devam etti.

Alkol yasağının uygulanması hem ulusal hem de yerel düzeyde yolsuzluklarla doluydu. Okrent,”Bu bir himaye işi haline geldi çünkü Amerika’da para kazanmanın rüşvet veren bir alkol yasağı temsilcisi olmaktan daha kolay bir yolu yoktur.” ifadelerini kullandı. Harbert Hoover tarafından yasağın etkilerini incelemek üzere kurulan bir komisyon, rüşvete ek olarak, “itiraflar elde etmek amacıyla fiziksel şiddet kullanımı ya da diğer acımasız işkence yöntemlerinin kullanılmasının yaygın olduğunu belirtmişti. Raporda ayrıca ceza adaleti sistemi içerisinde çok sayıda tuzağa düşme, delil uydurma ve diğer yolsuzluk biçimleri belgelendi. Ulusal ve yerel otoriteler tarafından yetkilendirilen Ku Klux Klan üyeleri, içki yasağını destekleme kisvesi altında göçmen topluluklara karşı kendi terör kampanyalarını yaptılar.

Wisconsin’den Senatör Robert Marion La Follette Jr.’ın 1943’te The Atlantic’te yayınlanan “İçki Yasağı Bir Daha Asla Olmayacak” başlıklı makalesinde, “İçki yasağı saçmalığı, Federal yasaların uygulamasını alay konusu yaptı. İçki yasağının kurallarına aldırmamak diğer kuralları da dikkate almamaya teşvik etti. Halk, içki yasağının uygulanmaz olmasıyla doğrudan ilişkilendirilen siyasi yolsuzluğa göz kırptı.” sözlerini kullanmıştı.

Artan yolsuzluk ve suç karşısında, içki yasağına destek ilk zamanlarındaki destekçileri arasında bile azalmıştı ve 1933’te Yirmi Birinci Değişiklik onaylandı. On Sekizinci Değişikliğin yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte, alkol düzenlemeleri üzerindeki nihai otorite bir kez daha eyalet ve yerel yönetimlere geri döndü. Birçok yerel yönetimde katı kısıtlamalar şu an bile, yaklaşık 80 yıl sonra, tahminen 18 milyon Amerikalının yaşadıkları kasabalarda alkol alınıp satılması hala yasak.

Federal hükümet, on yıllarca süren bir Uyuşturucu Savaşı yürüterek, diğer ahlaki alanlarda da kısıtlamalar uygulamaya devam etti. Ancak bu yasakların hiçbiri bir daha asla anayasa değişikliği düzeyine yükselmedi. Özel ahlaki davranışa ilişkin başka herhangi bir kısıtlama olmadı.

Aslında, Anayasa hukuku diğer yönde daha çok ilerledi. 1965’te Yüksek Mahkeme’nin doğum kontrolüne erişimi ele alan dönüm noktası niteliğindeki bir davasında, liberal Warren Mahkemesi’nin [1] çoğunluğu, “mahremiyet alanı içinde kalan bir ilişki” hakkında alınan kararları hükümet kontrolünden koruyan anayasal bir “mahremiyet hakkı” uyguladı. Bu hak o zamandan beri Yüksek Mahkeme davalarında, Amerikalıların kendi evlerinde pornografiye sahip olabilmelerini ve izleyebilmelerini, hamileliklerini sonlandırabilmeleri ve eşcinsellerin seks yapmalarını yasaklayan yasaları kaldıran davalarda içtihat olarak ileri sürülmüştür.

Bu kararlar, hükümetin özel ahlakı sadece içki yasağı örneğinde olduğu gibi ulusal ölçekte değil, aynı zamanda bu tür konuların geleneksel olarak yasalaştırıldığı eyalet düzeyinde düzenleme çabalarını etkili bir şekilde kısıtladı.

Son yıllarda, içki yasağı döneminin kaygılarına benzer kaygılar siyasi söylemle geri döndü. Değişen demografi ve sosyal normlar, birçok Amerikalıyı -özellikle daha yaşlı, daha beyaz ve daha muhafazakâr Amerikalıları- ülkenin ahlaki çöküşte ve geleneksel değerlerin tehdit altında olduğunu, şiddet suçlarının artışını ve göçmen akınının Amerikan yaşam tarzını tehdit ettiğini hissetmesine neden oldu. Yüksek Mahkeme kararlarına yanıt olarak, bazı sosyal muhafazakârlar, kürtajı veya eşcinsel evliliği yasaklayan değişiklikler yoluyla Anayasa’ya ahlaki kısıtlamaları yeniden getirmeye çalışmaktadır. Ancak On Sekizinci Değişikliği yürürlüğe koyan koalisyonlar ve siyasi irade tezahür etmedi; Anayasa’da yeni bir değişiklik fikri, şu an siyasi analistler için şüphecilikten ancak bir tık fazlasını uyandırıyor.

Ahlaki kısıtlamaları yeniden diriltmek isteyen seçmenler ve siyasi örgütler, bunun yerine dikkatlerinin çoğunu yerel seçimlere ve yargı atamalarına odakladılar. Bu strateji, kürtaj yasasında şimdiden sonuç verdi: Sadece son iki yılda, 10 eyalet kürtaj konusunda kısıtlayıcı yeni yasalar çıkardı. On yıllardır ilk kez Yüksek Mahkeme’ye liderlik eden sağlam bir muhafazakâr çoğunluk ile Amerika’da kürtajı yasallaştıran dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade ve mahremiyet hakkı her zamankinden daha savunmasız görünüyor. Alkol karşıtlığı hareketiyle beraber ulaşılan anayasal seviye ulaşılamaz olsa da ahlaki davranışların düzenlenmesi, ilerlemekte olan hükümetin daha düşük seviyelerine yeni bir ivme kazandırabilir.

Ancak içki yasağı geçmişte kalacaktır. The Atlantic’ten Olga Khazan, alkolün sağlık ve suç üzerindeki etkisinin devam ettiğini gösteren kanıtlara rağmen, alkol karşıtlığı hareketinin neredeyse tamamen ortadan kalktığını gözlemledi. Kürtaj ve eşcinsel hakları konusundaki yasama savaşları yoğunlaşırken bile, uyuşturucu cezaları ve kalıcı alkol kısıtlamaları ülke çapında -demokratların yanı sıra muhafazakâr bölgelerde de- gevşedi. Bir asır sonra Okrent, “Bence alkol, en azından kendi ahlakî görüşlerini başkalarına empoze etmek isteyenlerin etki alanından yeterince uzaklaştı.” diyor.

[1]: Warren Mahkemesi, Baş Yargıç Earl Warren’ın 1953’ten 1969’a kadar Yüksek Mahkeme Başkanlığı yaptığı döneme verilen isimdir.

Orijinal metnin kaynağı: https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2020/01/prohibition-was-failed-experiment-moral-governance/604972/

Alkol Operasyonu Değil, Kaçak Alkol Operasyonu!

Kamuoyuna,

Platformumuza gelen talep ve şikayetler sonucunda İçişleri Bakanlığı nezdinde 05.11.21 tarihinde gerçekleştirilen kaçak/sahte içki kaçakçılık operasyonunun “Alkol Operasyonu” olarak adlandırıldığını fark ettik.

İçişleri Bakanlığı’nı bu yanlışı acilen düzeltmeye davet ediyoruz. Bakanlığın “alkole” yönelik bir operasyon yapması düşüncesinin korkunçluğu şöyle dursun, adlandırmadaki bu yanlışın kaçak/sahte içki piyasasının işine yarayacağı; kaçak/sahte içkiler ile bandrollü içkiler arasındaki belirsizliği körüklemek suretiyle alkollü içki piyasasına, satışını yapan esnafa ve tüketen vatandaşa zarar vereceği; özgürce tüketilen ve satılan alkollü içkileri bandrollü olmasına karşın korkunç bir zan altında bırakacağı kanaatindeyiz.

İçişleri Bakanlığı nezdinde Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 05.11.21 tarihinde gerçekleştirilen bu operasyon “Alkol Operasyonu”, değil, “Kaçak/Sahte İçki’ye Yönelik Kaçakçılık Operasyonu”dur.

Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformu

Alkolsüz Biraya Federal Vergi Ödememiz İçin Bir Sebep Yok! – David Clement

Closeup of overlapping Form 1099G Certain Government Payouts and W-2 forms.

David Clement*

Çev: Ecem Nur Uslu

Genele kıyasla, Ottawa’dan daha iyisini yapmasını beklerdik ancak alkolsüz biraya uygulanan vergi, nerede yanlış yaptıklarının bir başka göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kanada’da tüm sektörlerde “günah vergileri” oldukça fazladır. Hemen hemen her fırsatta hükümet, siz beğendiğiniz ürünleri satın alırken vergi dişlerini size geçirir. Bu alkol, tütün, elektronik sigara, gaz ve sinir bozucu bir şekilde alkolsüz bira için de geçerlidir. Evet, Kanada’da alkolsüz bira federal tüketim vergilerinden muaf değil!

Doğru okudunuz: Federal hükümet ayrıca alkolsüz bira için günah vergisi rejimini hektolitre başına 2,82 dolar oranında genişletiyor!

Alkolsüz biraya tüketim vergisinin uygulanması birçok nedenden dolayı sorunludur. Birincisi ve en göze batanı, federal hükümetin alkolsüz şarap ve sert alkollü içkileri tüketim vergisinden muaf tutmasının ikiyüzlülük doğurduğudur. Neden alkolsüz bira için vergi uygulanıyor da alkolsüz şarap ve sert alkollü içkiler için uygulanmıyor? Açıkçası, tüm alkolsüz içecekleri tüketim vergisinden muaf tutmak daha tutarlı bir yaklaşım olacaktır, çünkü günah vergisinin amacı alkolden kaynaklı sağlık bakım maliyetlerini tesis etmektir. Buna göre, alkolsüz birada alkolle ilgili hiçbir sağlık masrafı yoktur, bu da bu ürünlere günah vergisi uygulama çılgınlığını göstermektedir.

İkiyüzlülüğü düzeltmenin yanı sıra, alkolsüz bira için Özel Tüketim Vergisi’nin kaldırılması, federal politikayı eyaletlerin bu ürünlere yönelik düzenlediği politikalar ile uyumlu hale getirecektir. Alberta da dahil olmak üzere yerel yönetimlerin yasa koyucuları alkolsüz içeceklerin alkol lisansı olan perakende satış noktalarında satılmasını şart koşmaz, bu ürünlerin içlerinde alkol bulunmadığı için sıkı bir düzenlemeye gerek olmadığını kabul etmişlerdir. Bu nedenle Alberta’da bu ürünler genellikle karbonatlı suların ve patlamış mısırların yanında satılmaktadır. Özel Tüketim Vergisi’nin kaldırılmasıyla federal hükümet, eyaletlerin alkolsüz biraya biradan farklı muamele etme konusundaki öncülüğünü takip etmiş olacaktır çünkü özünde bu biralar farklıdır.

Endüstri açısından, diğer bira üreten bölgelerde (ABD, AB ve İngiltere) alkolsüz bira vergilendirilmediği için federal tüketim vergisi, Kanada’da ürün geliştirme için bir engel yaratmaktadır. Bu ülkelerdeki yerli sanayi, tüketicilere daha fazla seçenek ve daha iyi fiyatlar sunduğu için gelişmiştir. Artan tüketici talebiyle ve makul vergi politikaları sayesinde alkolsüz bira pazarının büyük ölçüde 2025 yılına kadar 4 milyar doların üzerine çıkmasının beklenmektedir. Bu içeceklerin artık sadece hippiler, özel sürücüler ve hamile kadınlar için sunulduğunu söylemek mümkün değildir.

Son olarak en önemlisi, alkolsüz biranın tüketiciler için alkolün zararını azaltan yeni ürünlerin bir başka örneği olduğudur. Kişisel olarak bu içeceklerden hoşlanmasam da birinin arkadaşlarıyla veya barda neden içinde alkol olmadan bir biranın tadını çıkarmak istediğini anlayabiliyorum.

Zarar azaltma perspektifinden bakıldığında ise riskleri farklılık gösteren ürünler için farklı vergi stratejilerine sahip olmak son derece mantıklıdır. Bu, Ottawa’da alkolsüz biraya uygulanan tüketim vergisiyle mükemmel bir şekilde örneklenen rahatsız edici bir eğilimdir. Elektronik sigara içmenin, sigaraya kıyasla %95 daha az zararlı olmasına ve aromaların da sigarayı bırakmaya çalışan yetişkinler için inanılmaz derecede kullanışlı bir araç olmasına rağmen, elektronik sigara aromalarını yasaklamaya çalıştılar.

Genele kıyasla, Ottawa’dan daha iyisini beklerdik ancak alkolsüz biraya uygulanan vergi, nerede yanlış yaptıklarının bir başka göstergesi…Umarız, 2022 Bütçesi geldiğimde, bu hatayı düzeltir ve bu ürünlerden alınan tüketim vergisini tamamen kaldırırlar.

*Orijinal metin linki: https://consumerchoicecenter.org/no-reason-to-toast-federal-tax-on-non-alcoholic-beer/

İki Biraya 70 Bin TL Ceza!

Adıyamanlı esnaf işletmecisi Kâzım Karagöz hakkında 15 Kasım 2021 tarihinde dudak uçuklatan bir cezaya hükmedildi. Karagöz, hem gıda hem de alkollü içki satış ruhsatına sahip olmak suretiyle işlettiği dükkanında yalnızca saat 22.00’den sonra iki adet bira satışı yaptığı için 70 bin 980 Türk Lirası ceza ödemeye mahkûm edildi!

Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformu olarak esnaf işletmecisi Kâzım Karagöz ile bir görüşme gerçekleştirdik. Yaptığımız görüşmede Karagöz bizlere mevzuatta böyle bir hüküm bulunduğundan haberi olmadığını, zaten dükkanında hem gıda hem de alkollü içki satışı yapmaya yetkili olduğunu polislere “Hiç açamayacak mıyım?” diye sorduğu zaman gıda satışı yapmasının mümkün olduğunu fakat alkollü içki satışı yapamayacağını söylediklerini ifade etti. Yirmi beş senedir bu mesleği icra etiğini ifade eden Karagöz, ilk defa böyle bir uygulama ve müeyyide ile karşılaştığını söyledi.

Hakkında hükmedilen 70 bin Türk Lirası para cezasının ölçüsüzlüğüne dikkat çeken Karagöz, evli ve dört çocuk babası olduğunu, dükkanının ve evinin kira olduğunu, kaldı ki dükkanını alsalar bu cezayı karşılamayacağını ifade etti. Dükkanın içindeki her şeyi satsa dahi bu 70 bin Türk Lirası para cezasını ödemesine imkan olmadığını, bu durumda gelip dükkanını elinden alsalar daha iyi olacağını söyledi.

Kâzım Karagöz, aynı zamanda dünyanın hiçbir yerinde böyle ölçüsüz bir ceza öngörülmediğini, bu durumun yanlış olduğunu, mevzuata uygun olsa dahi vicdana uygun olmadığını ifade etti. Cezanın ölçüsüzlüğünü duyarlı kamuyounun takdirine bıraktığını söyleyen Karagöz, medyadan, siyasetçilerden ve sivil toplum örgütlerinden sesini duymasını istiyor.

Devletin Alkol Politikalarını İzleme Platformu olarak, ölçüsüz ve maddî açıdan altından kalkması imkansız bir cezaya mahkum edilen Adıyamanlı esnafın çağrısına kulak veriyoruz.

Saat 22’den sonra içki satışının kategorik olarak yasaklanmasının hukukî yerindeliği şöyle dursun, yalnızca belirlenen saatlerin dışında iki adet bira satmış olduğu için bir esnaf işletmecisi hakkında 70 bin Türk Lirası idari para cezasına hükmedilmesini hukukun evrensel prensiplerinden biri olan ölçülülük ilkesine aykırılık teşkil ettiği kanaatindeyiz. 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun 6. maddesinin 5. fıkrasının 2. cümlesi ile düzenlenen yasağın aynı kanunun 7. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendinin 4733 sayılı Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkol Piyasasının Düzenlenmesine Dair Kanunun 8. maddesinin 1. fıkrasının (k) bendine yaptığı atıf ile 20.000 TL alt sınır ve 100.000 TL üst sınır olmak suretiyle hükme bağlanan idari para cezasının bu bağlamda hakkaniyeti ve hak ve hürriyeti göz önünde bulundurmak suretiyle yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini savunuyoruz.

Tüketimi Azaltmak için Alkole Yüklenen Vergiler Beklenilen Sonucu Vermeyebilir – Thomas Pellechia

Thomas Pellechia

Çev: Bürge Ok 

“2008’den bu yana alkolden alınan vergilerdeki artış, hükümet ve ılımlılık çıkarları arasındaki ittifaktan kaynaklanıyor.”

Avustralya Adelaide Üniversitesi Ekonomi ve Avustralya Ulusal Üniversitesi Crawford Kamu Politikası okullarından Kym Anderson durumu böyle ifade ediyor. Anderson, bu iddiayı, yakın zamanda Journal of Wine Economics, Cilt 15, Sayı 1, 2020’de yayınlanan “Alkolle İlgili Tüketici Vergileri:  Zaman İçerisinde Uluslararası Bir Karşılaştırma” adlı araştırma özetinin sonuç bölümünde ortaya koymaktadır.

Özetle,  birçok ülkede sağlık lobicilerinin, “… alkollü içkinin bireysel tüketicilerin sağlığı ve sosyal davranışları üzerindeki olumsuz etkilerinin hanelerine ve topluma daha genel olarak dayatabilecek dışsallıkların, diğer düzenlemelere ek olarak alkol tüketiminde yüksek vergiler gerektirdiğini savunuyor.”

 Anderson’ın araştırması temel olarak şuna dayanıyor, “Neredeyse tüm ülkeler, tamamını olmasa da, bazı alkollü içeceklerin ülke içindeki tüketimini vergilendirmektedir. Bununla birlikte, vergilendirme oranları ve kullanılan vergi araçlarının türleri ülkeler arasında büyük farklılıklar göstermektedir.” Ayrıca vergilerin her ülkede farklılık gösterdiğine ve bunların içecekler arasında ve “…genellikle her içeceğin nitelikleri ve tarzları arasında” farklılık gösterdiğine dikkat çekiyor.

Söz konusu proje, yüksek ve orta gelirli 42 ülkede alkollü içecek vergisi verilerini hesaplamış ve vergi oranlarındaki geniş değişimleri ve uygulanan vergi araçlarındaki farklılıkları ortaya çıkarmıştır.  Anderson diyor ki, “… sağlık ve refah lobicilerinin ve endüstri gruplarının hükümetin karar verme sürecini etkilemedeki ayrışan güçlü yanlarını gösteriyor.”

Alkollü içkilerden alınan vergiler, içecek türleri ve içme/yeme alışkanlıklarının yanı sıra ülkeler arasında da farklılık gösterdiğinden, Anderson bu vergilerin farklı hane türleri üzerindeki etkisinin eşit olmadığını iddia ediyor.

Net şarap ithalatçısı ülkeler, yerli üreticiler için bir sübvansiyonun yanı sıra tüketim vergisine eşdeğer olan tarifeleri uygulayabilir ve sıklıkla uygularlar. Elbette, alkollü içeceklere tüketim veya satış vergilerine tabi olmadan önce bir tarife uygulanır. Anderson, “Bir ulusun ikliminin yerli şarap üretimini teşvik etme olasılığını dışladığı durumlarda, tarife, bir şarap tüketim vergisi veya satış vergisinin tam olarak yerine geçebilir ” diyor. Artan tarifelerin amacı genel olarak alkol tüketimini caydırmaksa, muhtemelen bu konuda yanlış bir yoldur, çünkü Anderson’ın belirttiği gibi, “…ithalat tarifesi gibi ticari araçların kullanılmasının aşırı yerli üretimi teşvik etmesi muhtemeldir… ”

Anderson, devam ediyor “…endüstrideki karşı lobi faaliyetleri düzensizdir ve şarap tüketiminin genellikle diğer alkol tüketiminden daha az zararlı olduğu olgusunu ortaya koymada başarılı olmuştur, çünkü vergiler genellikle şarapta; biradan ve hatta yüksek alkollü içkilerden daha düşüktür. ”

Bu çalışmadaki 42 ülkede, 2008’den 2018’e kadar ağırlıksız ortalama Alkollü İçki Tüketim Vergisi şarap için litre başına 11,40 ABD doları iken, bira için litre başına yaklaşık 14 ABD doları ve yüksek alkollü içkiler için 25 ABD dolarıydı. Vergi öncesi toptan satış fiyatının bir yüzdesi olarak, şarap vergileri ortalama %22, bira vergileri %29 ve yüksek alkollü içkiler %75 idi. İthalat vergilerine tüketim vergileri ve birçok ülke tarafından uygulanan Katma Değer Vergisi eklendiğinde , “…birleşik vergiler 2008’de şarap ve bira için ortalama %50 ve 2018’de %60 ve alkollü içecekler için bunun yaklaşık iki katıydı.”

2008’den bu yana artan şarap vergisi oranları esas olarak şarap üreticisi olmayan ülkelerdeydi.

Anderson, “Kuzeybatı Avrupa ülkeleri alkol tüketiminde en yüksek genel vergi oranlarına sahipken, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İtalya ve Japonya en düşük vergilere sahip ülkeler arasındadır. Alkollü İçki Tüketim Vergisi uygulama yelpazesi %20’nin aşağısında ile %120’nin üstünde olmak üzere oldukça geniştir. Geçtiğimiz on yıldaki değişiklikler, bir avuç ülkedeki küçük düşüşlerden İskandinav ülkelerindeki büyük artışlara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor.”

Belki bu verilerden Anderson bize hangi ülkelerin sağlık veya başka nedenlerle alkol tüketimini azaltmak için daha fazla veya daha az çaba sarf ettiğini söyleyebilir, ancak bunu yapmıyor. Bunun yerine, “Genel olarak, şarap en az vergilendirilir (Avrupa’nın şarap üreten ülkelerinde neredeyse sıfır ve Arjantin’de hiç yok) ve yüksek alkollü içecekler (vodka, tekila, cin) en fazla vergilendirilir.” Demekle yetiniyor.

Anderson, sonuç olarak, “Alkol tüketiminin en kötü olumsuz etkilerini engellemek için en uygun politikaları tasarlamanın açıkça basit olmaktan uzak olduğunu ifade ediyor. Ancak, bir ürünün algılanan değerine (ad valorem) göre uygulanan vergilendirmenin ilk-en iyi vergi aracı olma ihtimalinin olmadığı da aynı derecede açıktır. Artan sağlık lobiciliğinin ne zaman ve nerede alkol tüketimine yönelik ad valorem vergilendirmeden özel vergilendirmeye bir değişiklik getirebileceğini görmek ilginç olacak.” diye belirtiyor.

Orijinal metnin kaynağı: https://www.forbes.com/sites/thomaspellechia/2020/06/14/alcohol-taxes-to-reduce-consumption-may-not-produce-the-intended-result/?sh=3d4f15dd7787

 

Salgınlar Ve Yasaklar: 100 Yıl Sonrası

COVID-19 Pandemisi esnasında medyadaki yaygın ve abartılmış biçimde tartışmalar, yüz yıl önce gerçekleşen İspanyol Gribi (1918) salgınıyla COVID-19 arasındaki sözde paralellikleri konu ediyor. Böyle bir karşılaştırma hakkında ne düşünüldüğünün önemi olmaksızın bunun, tabii 1900’lerden bu yana ortaya çıkan onca tıbbî gelişmeyi bir kenara koyarsak, Amerikan tarihindeki bir başka olayın yüzüncü yıldönümünü gizlediğini görebilirsiniz.

17 Ocak 1920’de On Sekizinci Yasa’yı da kuvvetlendiren Volstead Yasası yürürlüğe girdi. Bir gece yarısından önceki son akşamüstünde, Amerikalılar kadehlerini son bir kez kaldırdılar, arkadaşlarını selamladırlar ve alkol yasağının başlangıcını karşıladılar. Ancak ifade etmek gerekir ki alkol yasağı, bir gecede olup bitmedi.

On Sekizinci Yasa’nın on yıllar süren oluşum sürecinde, alkol içiminde bir “aşırıya kaçmama” hareketi Amerika’yı sarıp sarmaladı. Dinî yeniden-doğuşçular ile radikal ilericilerin önde gelenleri birleşti ve alkol-karşıtlığı düşüncesini önce yerel, ardından federal düzeye yükselterek güçlü bir karışım (bir kokteyl değil elbette) ortaya koydular.

Eyaletler, “yerel seçenek” denen ve münferit şehir ve bölgelerin alkolsüzleştirmesinin önünü açan bir yasalaştırma sürecini başlattı. Beraberinde eyalet-çapında alkol yasakları geldi ve 1881’de Kansas, alkol yasaklarını eyalet yasasına dahil eden ilk eyalet oldu (Maine bundan daha önce, 1851’de bir Alkol Yasağı Yasasını yürürlüğe koymuştu ancak kısa süre içinde ilga edildi.).

Bu noktadan sonra yarış başladı. Ancak büyük bir hız ve tantanayla başlayan böylesine bir siyasi hareket için alkol yasağı, uzunca bir süre başarısız bir kamu politikası olarak anıldı. Geniş bir yelpazede farklı yaşam tarzlarından Amerikalılar buna karşı çıktı ve kısa sürede büyüyen yasa-dışı alkol imalatı, akıl almaz bir şekilde geniş bir alana yayıldı.

Tarih öğrencilerinin bileceği üzere alkol yasağı, ortaya konulduktan on üç sene sonra tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı. Bu dönemden edinilen tecrübe, yasa koyuculara insan davranışları üzerine önemli bir ders verdi: Devlet alkolümüze ne kadar karışırsa, biz de buna o kadar karşı çıkarız!

Artık 2020 yılına geldiğimize göre, politikacıların ve devletlerin bu dersi iyice içselleştirmiş oldukları yanılgısına düşülebilir, ancak COVID-19 salgınının ortaya çıkmasıyla bu yüzyıllık kazanım öylece uçup gitmiş gibi gözüküyor.

Geçtiğimiz Nisan ayının başlarında Meksika hükümeti, birayı “temel ihtiyaçlar” sınıfından çıkardı ve böylelikle salgın esnasında bira fabrikaları kepenk kapatmak zorunda kaldı. Sonuç üzücü olduğu kadar tahmin edilebilirdi de: Onlarca Meksika vatandaşı yasal biralar yerine kaçak alkolü tercih etmek zorunda kaldıkları için hayatlarını kaybettiler.

Her ne kadar yakın zamanda ABD’de böyle bir trajedinin ortaya çıkması mümkün gözükmüyor olsa da kimi devlet görevlilerinin alkol yasağından öğrendikleri dersi unutmaya meyilli oldukları açıkça görülüyor. Salgının ilk günlerinde, Pennsylvania’nın alkol düzenleyicileri, devlet tarafından işletilen içki marketlerinin kepeğini indirdi.

Pennsylvania’nın bu kararının ardından, karara bağlı olarak ortaya çıkan herhangi bir ölüme dair doğrudan rapor ortada olmasa da bu durumun halk sağılığını gereksiz yere tehlikeye atıyor olduğu su götürmez bir gerçek. Bu durumun sonucunda çok sayıda Pennsylvania vatandaşı, New Jersey, Ohio ve Batı Virginia gibi komşu eyaletlerdeki alkol dükkanlarına akın etti. Sayılan eyaletlerdeki birçok dükkân sahibi, böyle bir akına hazırlıksız yakalandı ve bunun da olumsuz sonuçları oldu.

Pek çok halk sağlığı uzmanının da belirttiği üzere, insanları oldukları yerde barındırmak yerine bir şekilde eyalet sınırlarını geçmeye iten bir kamu politikasının benimsenmesi, salgın esnasında devletin beceriksizliğinin en bariz örneklerinden biriydi.

Ancak hakkını vermek gerekir ki 2020’de alkol konusunda iyi gelişmeler de oldu. COVID-19, politikacıları (en azından Meksika ve Pennsylvania dışındakileri) alkole dair köhneleştirilmiş politikaları yeniden gözden geçirmeye yöneltti. Alkol yasağının kaldırılmasından sonra bile Amerika’da  alkol satışını kısıtlayan politikalar varlığını devam ettiriyordu.

Her ne kadar bu günlerde Federal Hükümet alkol yönetimine daha az karışsa da yerel yönetimlerin alkol politikaları üzerinde hâlâ ciddi bir etkisi var. Günümüz Amerika’sında bile; alkol satışının tamamen yasak olduğu bölgeler, kontrol-eyaletler adı verilen alkol satışından hükümetin sorumlu olduğu bölgeler ve “üç-aşamalı sistem” adı verilen alkol üreticilerinin doğrudan müşterilerine satış yapmasını engelleyen bir sistemi benimseyen bölgeler mevcut.

Bu sistem tüm bu atalet ve anlamsız inada rağmen iyi kötü bir yüzyıl idare edilmişti, ancak artık bir değişimin belirtileri hissedilmeye başlanıyor. COVID-19 sırasında yasa koyucular, “Eğer biz ilaçlar gibi sıkı denetime tabi olan ürünleri bile bir günde kapımıza getirtebiliyorsak, neden alkolü getirtemeyelim?” gibi basit sorular sormaya başladılar. “Ve neden barlar yıllardır pizzacıların yaptığı gibi al-götür margarita satamasın?”.

Otuzu aşkın eyalet bu soruların ardından Pandemi esnasında geçici süreyle al-götür ve paket servis olarak alkole izin verdi; Ohio ve Iowa gibi eyaletler ise bunu çoktan kalıcı hale getirdi.

Alkol politikalarının bu uzun süren modernleşmesinin kazananı; ülkede çeşitli iş imkânı ve istihdam da katan girişimci alkol üreticileri ve elbette 2020’nin bu tatsızlığını soğuk bir içkiyle gidermek isteği oldukça anlaşılabilen tüketiciler oldu.

C. Jarrett Dieterle tarafından “Pandemics and Prohibition: 100 Years Later” başlığıyla İngilizce olarak kaleme alınan bu yazı 01.01.2021 www.spectator.org sitesinde yayınlanmıştır.

Çev: Çağın T. Eroğlu

Orijinal metin kaynağı: https://spectator.org/pandemic-prohibition-american-spectator-print-magazine/



Röportaj: Türkiye Tekel Bayileri Platformu Başkanı Özgür Aybaş

Türkiye Tekel Bayileri Platformu ne zaman ve hangi amaçlarla kurulmuştur ve ne gibi etkinlikler yapmaktadır kısaca bilgi verebilir misiniz?

Bu platform 2016 yılında kurulmuştur. Kuruluş amacına baktığımızda, sektörde yaşanan mesleki baskılar ve verilen cezalar, haksız rekabetin zirve yapması ve ticari anlamda iş geliştirilmesi bizleri bir araya getirme zorunluluğu kıldı ve bu amaçla platformumuzu oluşturduk. Bu bağlamda gerçekleştirdiğimiz birçok eylem ve protesto etkili oldu.

 

İlk soruma biraz geriye giderek başlamak istiyorum, 2013 yılında gelen 22.00’dan sonra alkol satışının yasaklanması ile başlayan süreç tekel esnafını nasıl etkiledi ve sadece bu yasak özelinde etkilemeye nasıl devam ediyor? Son olarak bu yasağı uyulmaması halinde kesilecek para cezasında rekor bir artışa gidildi. Bu sorunun biraz detayına girmek istiyorum, bu yasak vatandaş ve esnaf 22.00’den sonra alkol satışı konusunda karşı karşıya getirdi. 22.00’den sonra alkol satışı yapmak istemeyen esnaf ile almak isteyen vatandaşlar oluyor, zarar gördünüz mü hiç ya da platformunuz bu konuda herhangi bir veriye sahip mi? Aynı soruyu sahte polis ve zabıta kılığında gelen dolandırıcılar için de yineliyorum, 320 bin lira gibi, bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bu yasaklar birçok meslektaşımızı mağdur etmiştir: Tutulan tutanaklar, cezalar ve baskılar bizleri sadece tüketici ile değil kolluk kuvvetleriyle de karşı karşıya getirmiştir. Keyfî uygulamalar, tacizler, tüketici tehditleri, hepsi topyekûn bir sorundur. Tekel bayileri arasında da kapanma saatine riayet etmeme durumu söz konusu olduğundan haksız bir rekabet ortamı oluşmaktadır ve bu durum bölgeye göre değişkenlik göstermektedir. Örneğin, barların olduğu bir caddede büfe işletiyorsunuz ve barlarda 24 saat açık alkol satışı bazen yasadışı. Perakende kapalı şişede içki satışı haksız rekabeti doğurmuştur. Ege ve Akdeniz’de havanın 21.00 civarı kararması ve saat 22.00’de alkol satış yasağının uygulanması turizm bölgelerinde turistleri ve yerli halkı mağdur etmiştir. Bu yapılan özel yaşama yeme içme kültürüne otoritenin direk müdahalesidir. Ülke genelinde rüşvet alan, ceza yazmak için büfe sahiplerine şantaj yapan birçok kolluk kuvveti ifşa edilmiş ve görevlerinden alınmıştır, soruşturması devam eden kolluk kuvvetleri vardır. Çok iyi yere değinmişsiniz, sahte polis kılığında gelen ve rüşvet isteyen birçok kişi meslektaşlarımız tarafından tespit edilip emniyet güçlerine teslim edilmiştir. Bu süreç hem böyle şeylerin yaşanması gibi suistimale açıktır hem de kaçakçılığın önünü açmaktadır. Saat 22.00’den sonra sadece alkol satmıyoruz çoğumuzun dükkanında şarküteri meşrubat manav reyonu var, müşteri alkol almak istiyor yasak diyorsun tehdit ediliyorsun. Satsan ceza, satmasan bela! Bizlerin ruhsat saati gece 00:00 veya 01:00 e kadar böyle bir paradoksun içindeyiz. Son düzenlemede cezalarda en alt sınır 63 bin TL, en üst sınır ise 320 bin TL: Bu resmen dükkânın anahtarını alıp kapatma yasasıdır.

 

İkinci konu olarak sözü direkt en güncel soruna getirmek istiyorum, pandemi kapsamında 22.00’den de önce çekilen dükkan kapanma saatleri ve sokağa çıkma yasağı olan günlerde alkol satış yasağın sizleri ekonomik olarak nasıl etkiledi? Dükkan kapanmaları, hacizler ve hatta sanırım intihar haberleri vardı basında? Bu soruyu birazcık açmak istiyorum, alkolün sosyal mesafeyi azaltıcı bir etkisi olduğu biliniyor ancak sokağa çıkma yasaklarında tüm kamusal alanlar kapalıyken herkesin evinde tüketeceği alkolün sosyal mesafe ile alakasını kuramıyorum. Sizce pandemi kısıtlamaları virüsle mücadelenden ziyade alkolle mücadele için kullanılıyor olabilir mi? Ne dersiniz?

Bizlerin çalışma saatlerimiz, ödemelerimiz, senetlerimiz ve kredilerimiz hepsi bu iş takvimine ve çalışma saatine göre yapıldı. Bu kısıtlamalı saatler genele vurulduğunda gün olarak ayda 10 güne tekabül etmektedir. Bu durum bizim işlerimizin düşmesine yol açtı. Ötelenemeyen ödemeler ve saat ve iş günü kaybından dolayı zorluklar yaşandı, buna bağlı olarak intihar eden meslektaşlarımız oldu, dükkanını kapatanlar oldu. Devletin bizlere herhangi bir desteği olmadı. Bizler devletin gözünde birinci sınıf esnaf grubuyuz aslında. Bizlerin cirolarını yükselten sigara satışıdır, onun da kar marjı belli. Üstelik en yüksek vergiyi veren esnaf grubuyuz. Alkol satışından alınan vergilerin yedi bakanlığın bütçesinden daha büyük olduğu Sayıştay tarafından geçenlerde açıklandı. Alkolün sosyal mesafeyi arttırdığını söyleyenlere soruyoruz: Yapılan mitinglerin, kongrelerin lebalep dolu olmasının sebebi alkol müdür? Tabii ki de değil. Uygulanan uygulamalar, yasaklar, kısıtlamalar; özellikle eğlence sektörü, bar, kafeler ve biz tekel bayilerine yapılan ideolojik baskıdan öte bir şey değildir. Zaten sokağa çıkma yasağı var belli saat aralığında, hafta sonlarında insanlar nasıl bir araya gelip sosyalleşecek? Avrupa’dan örnekler verildi, tamam. Kamusal alanda alkol tüketmenin birçok ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de idari para cezası vardır lakin hiçbir Avrupa ülkesinde marketlerde alkol satışı yasağı yoktur. Zamanımız olsa ülke ülke konuşuruz burada fakat ülkemizde algı aldatması ve yetki saptırması yapılmaktadır. Mülki amirlikler tarafından ,genelgede olmayan yasaklar sağlıkla ilgili gösterilerek, bizlere odalar aracılığı ile mesaj atılıyor. Hatta yasaklar başladığında zincir marketlerde alkollü içki satışı serbestti ve fakat biz tekel büfelerine yasak geldi. Tepki gösterip sosyal medyada konu üzerine tag açıp sesimizi duyurunca İçişleri Bakanı Sayın Soylu hafta sonu tamamen alkol satışını yasakladı. Yasaklamadaki gerekçe haksız rekabet olarak gösterildi. Peki öyleyse manav, kasap, kırtasiye, tuhafiye, beyaz eşya ve elektronik sigarada haksız rekabet olmuyor mu? Tamamen saçma bir kısıtlama. Zincir marketlere tütün mamulleri satış yasağı geliyor, sigaradaki taban fiyat uygulaması alkol satışında neden olmuyor? Sigarada taban fiyat uygulaması vardır ama tavan fiyat yoktur. Alkolde ise ne taban ne tavan uygulaması vardır, serbest fiyat politikası uygulanması bizleri zincir marketlere boğdurma ver tüketicinin gözünde kazıkçı esnaf konumuna sokmaktadır, anlayacağınız bu yasalar zincir marketleri koruma yasasıdır.

 

Son bir soru sorup ardından ne yapılmalıdır konusuna geçmek istiyorum, alkole uygulanan yüksek vergiler, yasak saatlerinin genişlemesi derken bu durum insanları yasal yollardan alkol tüketmekten uzaklaştırıyor ve ortaya kaçak alkol ve kaçak alkole bağlı başta ölümler, sakat kalmalar ve karaborsa gibi sorunlar ortaya çıkıyor, sizce de böyle mi bu durum? Esnafı nasıl etkiliyor bu durum?

Alkole uygulanan yüksek vergilerin kaçak alkol kullanımının önünü açtığı aşikardır. Bunu bilmek için ekonomist olmaya ya da sektör adına yapılacak bir ankete bile gerek yok.  Tüketici çareyi evinde etil alkolden içilebilir alkol yaparak ya da merdiven altı diye tabir edilen yerlerden alkol tedarik ederek buluyor ve durumu böyle geçiştirmeye çalışıyor. Oysa tarihte örnekleri vardır: İnsanlar ispirto içmeye başlamışlardır. Kara borsa hortlamıştır. Dönemin başbakanı alkol fiyatlarını geri çekmek zorunda kalmıştır. Türkiye’de alkollü içki tüketimi düşüyor. 2020 yılında Türkiye’de toplam alkollü içki tüketimi bir önceki yıla göre 19 milyon 981 bin litre azalışla, 1 milyar 8 milyon 180 bin litreye geriledi. Geçen yıl en yüksek düşüş ise bira tüketiminde görüldü. Aslında bu gerçeği yansıtmamaktadır, çünkü edinilen veriler ve yapılan değerlendirmeler bandrollü ürünlerden ve vergisi peşin alınan satış üzerinden yapılmakta, oysa kaçak alkolün tutanağı olmadığı için tüketilen litre miktarı yanlış bilgidir.

Burada bir parantez açarsak, 1940’larda vatandaşı yüksek alkollü içeceklerden (Kibarca rakı demek oluyor!) uzaklaştırmak için, şarap ve bira gibi düşük alkollü içkilerin fiyatları düşürülürken rakının fiyatı aynı bırakılıyordu. Rakı diğerlerine göre pahalı olunca tüketimi yıllık 8 milyon litreden 5 milyon litreye kadar geriliyor. Bu süreçte şarap ve bira tüketimi haliyle yükselişe geçiyor. Buraya kadar “iyi, hoş…”. Fakat “yüksek alkol” arayan kitle rakıyı pahalı bulunca daha tehlikeli hobiler geliştirmeye başlıyor, mesela ucuz olan ispirto!
Hükümet ispirtonun yaygınlaşması ve bu yüzden ölümlerin yaşanması üzerine, 1947’de rakı fiyatında litre başına 1 liralık indirim yapılacağını duyuruyor ve ortalık karışıyor. Yüksek vergi ve sürekli gelen zamlar tüketiciyi ve bu işi yapan herkesi zor durumda bırakmıştır.

 

Peki sizce: Hem kaçak alkolle mücadele hem esnafın düştüğü ekonomik zordan çıkarma hem de pandemi ile mücadelede alkolü sosyal mesafeyi azaltıcı etkisinden doğabilecek zararları önlemek için neler yapılmadır, sizin çözüm önerileriniz nelerdir?

Siyasi partiler yönetimde belirleyici ve yönlendirici politikalar üreterek toplumun tamamının refah seviyesini yükseltmeye çalışırlar. Burada en önemli ölçüt insan faktörüdür. Çünkü yurttaşlar yöneticilerden hayatlarında aktif olarak belirleyici politikalar beklerken aynı zamanda uyum da isterler. Politikaların, kişilerin sosyal hayatlarında ayrıştırmaya yönelik düşünceleri doğuracak yapıda olması kabul edilebilir değildir. Sosyal anlamda toplumun ayrışması aynı zamanda ekonomik olarak da ayrışmayı beraberinde getirecektir. Alışık olduğumuz her kültürel farklılık bir bakıma bireylerin özgürlük alanlarını da göstermektedir. Nasıl ki Doğu ve Batı arasındaki kültürel farklılıklar, yurttaşların birbirleri arasındaki özgürlük ve eşitlik ilkesinin de en önemli göstergesiyse farklı coğrafyada kültürlerin uyumu, bireylerin toplum içindeki dengesini sağlayan en önemli göstergedir. Son günlerde alkollü içkiler üzerinden toplumun sosyal alışkanlıklarına müdahale edilmesi bu bağlamda önemlidir. Devletin negatif dışsallık modeli baz alınarak, alkolü içkiler üzerinde oluşturduğu baskı ve akabinde alkol tüketimini engellemeye yönelik yüksek vergiler, bireyleri kaçak ve yasal olmayan ürünlere yönlendirmektedir. Yüksek vergi uygulaması ile bireyin kendini alkolün vereceği zararlardan koruyacağı düşüncesi, sağlık sorunları göz önünde tutularak alkollü içkilere ve bu doğrultuda tüketicilere uygulanan politikalar 21. Yüzyıl’da çok fazla anlam ifade etmediği gibi doğru sonuçlar da doğurmadığı bilinmektedir. Alkollü içkilerin bireye verdiği zarar kendi hür seçiminden kaynaklıdır. Devlet elbette bireylerden kaynaklı zararların kamuoyuna vereceği zararın tanzim edilmesine karşılık önlem almakla mükelleftir. Zararın ortadan kalkmasına yönelik olarak kişilerin yaşamlarına müdahale etmek sizce ne kadar doğrudur? Alkol ile mücadeleye yönelik olarak bireylere yapılan baskıdan başka çalışmalar var mıdır? Alkol ile mücadele, vergi artırımı, ürüne ulaşımın engellenmesi, belirli saatlerde yasaklanarak çözüme ulaşılamaz. Mücadelenin temelinde insan olduğuna göre bunun için en mantıklı çözüm yolu eğitim ve öğretimdir. Bugün ülkemizde alkolizm oranı milyonlarda birken, işsizlik ve devamında yoksulluk sınırı yüzdeler ile ifade edilmektedir. Alkol kaynaklı idari ve kamusal suçlar binler seviyesinde oranlarda belirtilirken taciz, tecavüz, kadına şiddet, uyuşturucu kullanımı, kamuda usulsüzlük vb. suçlar yüzdelik dilimler ile ifade edilmektedir. Alkol muhakkak ki sağlığa zararlıdır. Aksini iddia etmek ve savunmak cahilliktir. Buna karşın, çarpık düzenden kaynaklı tüm olan bitenin faturasının alkol tüketenlere mahsup edilmesi adil değildir. Ek olarak alkolün bu denli kısıtlanması, belirli saat aralığına sıkıştırılması, reklam yasağı ve idari para cezaları ülkemizin, batı ülkeler nezdinde Orta Çağ zihniyetini temsil ettiğini göstermektedir. Ülkemizde oynanacak Euro Lig ve Şampiyonlar Ligi maçlarını da hesaba katarsak turizm sektörü de bu durumdan yara almaktadır. Alkol üretimine koyulan kotalar göz önünde bulundurulduğunda, alkol üreticilerinin de hayli zor durumda olduğunu düşünmek yersiz olmayacaktır. Dünya üzüm rezervi ve  şarap piyasası bu durumdan en çok etkilenen taraflardır ve dünyada ilk beşe giren üzüm çeşitlerimiz doğru olmayan politikalar yüzünden yara almaktadır

Türkiye’deki yeni düzenlemelerle dünyadaki düzenlemeleri karşılaştırıldığında en yakın uygulamalar İskandinav ülkelerinde görülüyor. Finlandiya, İsveç ve Norveç’te de TAPDK benzeri düzenleme kurulları yer alıyor. Bu ülkelerde alkol tüketimi, satışı ve reklamı belirli kısıtlamalara tabi. Ancak bunun nedeni bu ülkelerin tutucu olmaları değil. Zira yılın uzun bir bölümünü güneş görmeden geçiren bu ülkelerde intihar, depresyon ve alkolizm eğilimi yüksek. Örneğin İsveç hükümeti son 10 yılda 135 milyon dolar yatırım yapmasına rağmen özellikle gençler arasındaki alkol kullanım oranını düşüremedi. ABD’de ise düzenlemeler eyaletler bazında değişiyor ama yaş sınırı 21. Britanya’da spor faaliyetlerine de açıkça sponsor olabilen alkollü içki firmaları Fransa’da isimleri kullanılmamak üzere sponsorluk verebiliyor. 21 yaşından küçükler hiçbir yerden alkol satın alamıyor. Bu kural katı şekilde uygulanıyor.