İçki Yasağı, Ahlakî Yönetimde Başarısız Bir Deneydi – Annika Neklason

Annika Neklason

Çev: Emir Özbek

Yürürlükten kaldırılan bir değişiklik ve nesiller boyu süregelen Yüksek Mahkeme kararları özel davranışların Anayasa hükümleri çerçevesinde düzenlemesini artık geçmişte bırakmıştır. Peki bu böyle sürecek mi?

Yüzyıl önce, içki yasağı Amerika Birleşik Devletleri’nde yürürlüğe girdi ve bu yasağı bir gerçeklik haline getirmek için 80 yıl boyunca savaşan Evanjelik Protestanlar başarılı olmuştu. Amerika Birleşik Devletleri’nde “alkollü içkilerin üretimini, satışını veya nakliyesini” yasaklayan On Sekizinci Değişikliğin onaylanmasıyla daha önce ya da daha sonra benzeri olmayan bir şey başarmışlardı: Anayasa’ya yeni bir ahlaki kararname getirmişlerdi. Bunu yaparak, Amerikan yaşamında Protestan erdemini kutsallaştırdıklarını ve ülkeyi çürümekten sonsuza dek kurtardıklarını sanıyorlardı.

On Sekizinci Değişiklik başka bir farklılık daha barındırmaktaydı: Bu, yürürlükten kaldırılan ilk değişiklik olacaktı. İçki Yasağı dönemi sadece 13 yıl sürmüştü. Şimdiyse hükümet için uyarıcı bir hikâye olarak kabul edilmekten öteye gitmiyor. Özel davranışların kısıtlanması alkol yasağını aşmış olup, modern muhafazakâr yönetimlerin bulunduğu eyalet ve yerel yönetimlerde hala sürmektedir. Ancak, bir zamanlar alkol karşıtlığı savunucuları tarafından kutsal bir kâse olarak kabul edilen bu kısıtlama için bir Anayasa değişikliği kullanma fikri artık geçmişte kaldı.

Pennsylvania Üniversitesi’nden felsefe ve hukuk profesörü Samuel Freeman, On Sekizinci Değişiklik için “Başarısız bir deneydi. Özel ahlakla ilgili bir değişiklik yapıldı ve işe yaramadı.” ifadelerini kullanıyor.

Tarihsel olarak bakıldığında bu tür meselelerin -rızaya dayalı cinsel aktivite ve müstehcenlik gibi başkalarına doğrudan zarar vermeyen eylemler de dahil olmak üzere- sömürgeci ve yerel yönetimlerin işi olduğu açıkça anlaşılıyor. Birlik kurulduğunda eyaletler bu yetkiyi muhafaza etti; Anayasa kapsayıcı bir ulusal ceza hukuku veya medeni hukuk sistemi oluşturmadı ve vatandaşların uyması gereken hiçbir ahlaki talimat ortaya koymadı. James Madison, The Federalist Papers’da “Önerilen Anayasa’ya verilen yetkiler tanımlanmış ve azdır. Esas olarak savaş, barış, müzakere ve dış ticaret gibi dış nesneler üzerinde uygulanacaktır… Birkaç eyalete ayrılan yetkiler, olayların olağan akışı içinde insanların yaşamlarını, özgürlüklerini ve özelliklerini ilgilendiren tüm nesneleri kapsayacaktır.” diye belirtmişti. Haklar Bildirgesi’nin yürürlüğe girmesiyle, yasayı hazırlayanlar federal hükümetin yönettiği insanların eylemlerini kısıtlayabileceği alanları sınırlayarak ahlaki mevzuattan daha da uzaklaştı.

Sonraki yüzyılda, içki yasağı yanlıları alkolle ilgili suçların, onları bir dizi toplumsal meseleye bağlayarak, bunun özel bir ilgilenme gerektirdiğini savunmaya başlamışlardı. Alkol karşıtlığı savunucusu olan çeşitli örgütler tarafından dağıtılan broşürler; sarhoş adamların eşlerini ve çocuklarını dövdüklerini, içki kaynaklı cinayetleri, sarhoşluğun neden olduğu diğer alışılmadık şiddet eylemlerini anlattıkları ve alkoliklerin ailelerinin ihtiyaç duyduğu parayı barlarda harcadıkları bilgilerini ihtiva ediyordu.

Last Call: The Rise and Fall of Prohibition kitabının yazarı Daniel Okrent’e göre, alkol karşıtlığı savunucularının “ülkelerini kaybetmekten” korkan Orta Amerika Baptist ve Metodist toplulukları arasında yayılan göçmen karşıtı düşünceler üzerine de oynadılar. Anti-Saloon League gibi örgütler, müşteri kitlesini göçmenlerin oluşturduğu ve göçmenler tarafından işletilen içki işletmelerinin çoğalmasını kınadılar ve Birinci Dünya Savaşı başladığında, özellikle Alman bira üreticilerini Amerikan karşıtı bir güç olarak şeytanlaştırdılar.

İçki yasağı yanlıları, alkolün yasaklanarak ülkenin iç sorunlarıyla, suçla ve göçmenlerin etkisiyle mücadele edilebileceğini ve Amerikan hukukunda Protestan ahlakının önceliğini savunmuşlardı. Uzun süredir Anti-Saloon League’in lideri olan Wayne Wheeler, “Bir daha asla hiçbir siyasi parti kilisenin protestolarını ve eyaletin ahlaki güçlerini görmezden gelmeyecektir.” Sözlerini kullanmıştı.

Yeni bir değişiklik hakkında The Atlantic’e eleştirel bir yazı yazan gazeteci Luis Graves, daha temkinli bir tahminde bulunmuştu. 1921’de “Pek çok kişinin inandığı gibi, bu Federal girişimin bir hata olduğu kabul edilirse, buradan çıkartılacak ders Anayasa değişikliği ile diğer kınanması gereken herhangi bir alışkanlığın yasaklanması önerildiğinde yararlı olacaktır.” ifadesini kullanmıştı.

On Sekizinci Değişiklik, hareketin bazı vaatlerini yerine getirmiştir. Araştırmacılar, içki yasağının ilk günlerinde alkol tüketiminin önceki seviyelerinin yüzde 30’una kadar düştüğünü, sonraki zamanlarda yüzde 60 ila 70’e yükseldiğini buldular. Alkol kullanımıyla doğrudan ilişkili hastaneye yatışlar, tutuklamalar ve ölümler benzer şekilde azalmıştı.

Ancak, bu değişiklik yeni tür yasadışı davranışlara da yol açtı. Yasadışı kuruluşlara arz sağlamak için kara borsalar kuruldu. İçki üretimi ve nakliyesi yeraltına indi. Organize suç örgütleri, içki kaçakçılığı işinden yeni güç ve bağlantılar topladı. İçki yasağı, sıradan Amerikalıları da yasakların dışına çıkardı. 1921’de bir üniversite profesörünün Graves’e söylediği gibi, “Yasalara uyan vatandaşlar artık şarap ve biraları evlerinde yapıyorlar.” Kongre’nin birçok üyesi halk içinde alkol karşıtlığını savunurken, kapalı kapılar ardından alkol kullanmaya devam etti.

Alkol yasağının uygulanması hem ulusal hem de yerel düzeyde yolsuzluklarla doluydu. Okrent,”Bu bir himaye işi haline geldi çünkü Amerika’da para kazanmanın rüşvet veren bir alkol yasağı temsilcisi olmaktan daha kolay bir yolu yoktur.” ifadelerini kullandı. Harbert Hoover tarafından yasağın etkilerini incelemek üzere kurulan bir komisyon, rüşvete ek olarak, “itiraflar elde etmek amacıyla fiziksel şiddet kullanımı ya da diğer acımasız işkence yöntemlerinin kullanılmasının yaygın olduğunu belirtmişti. Raporda ayrıca ceza adaleti sistemi içerisinde çok sayıda tuzağa düşme, delil uydurma ve diğer yolsuzluk biçimleri belgelendi. Ulusal ve yerel otoriteler tarafından yetkilendirilen Ku Klux Klan üyeleri, içki yasağını destekleme kisvesi altında göçmen topluluklara karşı kendi terör kampanyalarını yaptılar.

Wisconsin’den Senatör Robert Marion La Follette Jr.’ın 1943’te The Atlantic’te yayınlanan “İçki Yasağı Bir Daha Asla Olmayacak” başlıklı makalesinde, “İçki yasağı saçmalığı, Federal yasaların uygulamasını alay konusu yaptı. İçki yasağının kurallarına aldırmamak diğer kuralları da dikkate almamaya teşvik etti. Halk, içki yasağının uygulanmaz olmasıyla doğrudan ilişkilendirilen siyasi yolsuzluğa göz kırptı.” sözlerini kullanmıştı.

Artan yolsuzluk ve suç karşısında, içki yasağına destek ilk zamanlarındaki destekçileri arasında bile azalmıştı ve 1933’te Yirmi Birinci Değişiklik onaylandı. On Sekizinci Değişikliğin yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte, alkol düzenlemeleri üzerindeki nihai otorite bir kez daha eyalet ve yerel yönetimlere geri döndü. Birçok yerel yönetimde katı kısıtlamalar şu an bile, yaklaşık 80 yıl sonra, tahminen 18 milyon Amerikalının yaşadıkları kasabalarda alkol alınıp satılması hala yasak.

Federal hükümet, on yıllarca süren bir Uyuşturucu Savaşı yürüterek, diğer ahlaki alanlarda da kısıtlamalar uygulamaya devam etti. Ancak bu yasakların hiçbiri bir daha asla anayasa değişikliği düzeyine yükselmedi. Özel ahlaki davranışa ilişkin başka herhangi bir kısıtlama olmadı.

Aslında, Anayasa hukuku diğer yönde daha çok ilerledi. 1965’te Yüksek Mahkeme’nin doğum kontrolüne erişimi ele alan dönüm noktası niteliğindeki bir davasında, liberal Warren Mahkemesi’nin [1] çoğunluğu, “mahremiyet alanı içinde kalan bir ilişki” hakkında alınan kararları hükümet kontrolünden koruyan anayasal bir “mahremiyet hakkı” uyguladı. Bu hak o zamandan beri Yüksek Mahkeme davalarında, Amerikalıların kendi evlerinde pornografiye sahip olabilmelerini ve izleyebilmelerini, hamileliklerini sonlandırabilmeleri ve eşcinsellerin seks yapmalarını yasaklayan yasaları kaldıran davalarda içtihat olarak ileri sürülmüştür.

Bu kararlar, hükümetin özel ahlakı sadece içki yasağı örneğinde olduğu gibi ulusal ölçekte değil, aynı zamanda bu tür konuların geleneksel olarak yasalaştırıldığı eyalet düzeyinde düzenleme çabalarını etkili bir şekilde kısıtladı.

Son yıllarda, içki yasağı döneminin kaygılarına benzer kaygılar siyasi söylemle geri döndü. Değişen demografi ve sosyal normlar, birçok Amerikalıyı -özellikle daha yaşlı, daha beyaz ve daha muhafazakâr Amerikalıları- ülkenin ahlaki çöküşte ve geleneksel değerlerin tehdit altında olduğunu, şiddet suçlarının artışını ve göçmen akınının Amerikan yaşam tarzını tehdit ettiğini hissetmesine neden oldu. Yüksek Mahkeme kararlarına yanıt olarak, bazı sosyal muhafazakârlar, kürtajı veya eşcinsel evliliği yasaklayan değişiklikler yoluyla Anayasa’ya ahlaki kısıtlamaları yeniden getirmeye çalışmaktadır. Ancak On Sekizinci Değişikliği yürürlüğe koyan koalisyonlar ve siyasi irade tezahür etmedi; Anayasa’da yeni bir değişiklik fikri, şu an siyasi analistler için şüphecilikten ancak bir tık fazlasını uyandırıyor.

Ahlaki kısıtlamaları yeniden diriltmek isteyen seçmenler ve siyasi örgütler, bunun yerine dikkatlerinin çoğunu yerel seçimlere ve yargı atamalarına odakladılar. Bu strateji, kürtaj yasasında şimdiden sonuç verdi: Sadece son iki yılda, 10 eyalet kürtaj konusunda kısıtlayıcı yeni yasalar çıkardı. On yıllardır ilk kez Yüksek Mahkeme’ye liderlik eden sağlam bir muhafazakâr çoğunluk ile Amerika’da kürtajı yasallaştıran dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade ve mahremiyet hakkı her zamankinden daha savunmasız görünüyor. Alkol karşıtlığı hareketiyle beraber ulaşılan anayasal seviye ulaşılamaz olsa da ahlaki davranışların düzenlenmesi, ilerlemekte olan hükümetin daha düşük seviyelerine yeni bir ivme kazandırabilir.

Ancak içki yasağı geçmişte kalacaktır. The Atlantic’ten Olga Khazan, alkolün sağlık ve suç üzerindeki etkisinin devam ettiğini gösteren kanıtlara rağmen, alkol karşıtlığı hareketinin neredeyse tamamen ortadan kalktığını gözlemledi. Kürtaj ve eşcinsel hakları konusundaki yasama savaşları yoğunlaşırken bile, uyuşturucu cezaları ve kalıcı alkol kısıtlamaları ülke çapında -demokratların yanı sıra muhafazakâr bölgelerde de- gevşedi. Bir asır sonra Okrent, “Bence alkol, en azından kendi ahlakî görüşlerini başkalarına empoze etmek isteyenlerin etki alanından yeterince uzaklaştı.” diyor.

[1]: Warren Mahkemesi, Baş Yargıç Earl Warren’ın 1953’ten 1969’a kadar Yüksek Mahkeme Başkanlığı yaptığı döneme verilen isimdir.

Orijinal metnin kaynağı: https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2020/01/prohibition-was-failed-experiment-moral-governance/604972/

Gözden Kaçırmayın!